Nureddin Yıldız Hocamızla, son kitabı “Elbette Allahuekber” üzerine hasbihal ettik.
Nureddin Yıldız hocamızın,
“Şartlar ne olursa olsun hüküm Allah’ındır. Allah galiptir, dini de galiptir. Görüntüde bizi üzen manzara ise Allah öyle dilediği için vardır; küfür üstün olduğu için değil… Bunu yazmak, bu hasreti dillendirmek istedim” dediği son kitabı “Elbette Allahuekber” üzerine hocamızla söyleşi gerçekleştirdik.
Samet Öztürk ve Yavuz Selim Taştekne’nin sorularını cevaplayan Nureddin Yıldız Hocamız söyleşide, nasıl bir kitleyi hedef aldınız? sorusuna “Kitle değil, mü’min kardeşlerimizi düşünerek kaleme almayı tercih ettim” diye cevap veriyor.
Nureddin Yıldız Hocaefendi ile Söyleşi
“Elbette Allahuekber”
Yavuz Selim Taştekne: Hocam yeni çıkan kitabınız Elbette Allahuekber, özellikle ismi ile dikkat çeken bir eser. İçeriğini de dikkate aldığımızda bu isim ve içerikte bir kitabı yazma ihtiyacınız nasıl oluştu?
Nureddin Yıldız: İçinde yaşadığımız sistem ve dünyada oluşturulan mevcut yapı, bizi dini başına yıkılmış bir ümmet olarak yaşamayı kabule zorluyor. Siyaset alanından aile içi yaşama kadar neredeyse her alanda ‘artık olmuyor’ dedirtmeye çalışıyorlar. Moralsiz bir ümmet, emeli olmayan bir kitle, Rabbine itimadı sarsılmış mü’minler olmamız isteniyor. Bunun için de her şey yapılıyor. O kadar ki, ezan okuyan müezzininden, Ka’be’nin etrafında tavaf edip telbiye getiren hacıya varıncaya kadar mü’minler neredeyse çıkıp “ALLAH CAMİLERDE EN BÜYÜKTÜR, MEZARLIKTA TEKTİR!” diyecekler. Neredeyse “Tekbir için bu ne demektir?” denecek duruma gelindi. Daha da vahimi, İslam adına bir şeyler yapmak için ortaya çıkan cemaatler, tarikatlar bu sıkıntıyı görmezden gelmeyi yeğlemeye başladılar. Adeta İslam, yenilgiyi kabul edip çarşı pazardan el çekme dini gibi görüldü onların gözünde. Birileri çıkıp asıl İslam’ın şu yönleri de vardır diye siyasi beklentisinin mü’mince olmasını dile getirse ona kem gözle bakar oldular. Bir keşmekeş aldı gidiyor. Ne bulabilirsek ona razı olmaya zorlanıyoruz. Bu eser inşaallah, yürekli mü’min, umutlu insan davetiyesi oluştursun diye kaleme alınmıştır. Şartlar ne olursa olsun hüküm Allah’ındır. Allah galiptir, dini de galiptir. Görüntüde bizi üzen manzara ise Allah öyle dilediği için vardır; küfür üstün olduğu için değil… Bunu yazmak, bu hasreti dillendirmek istedim.
Samet Öztürk: Kitabınızın 33.sayfasında “Allah’ın zalimlere yardımı yoktur” demişsiniz. Ancak günümüzde küfrün tek bir milletmiş gibi birleşerek hareket ettiğini görüyoruz. Böylesi zümreler, Allah’ın yardımı olmadığı halde, güçlerini nereden alıyorlar?
Nureddin Yıldız: Allah’ın yardımı yoktur ama mühleti vardır. Allah’ın yardımı mü’minler içindir. Kâfirlere ise mühlet verir, iplerini uzatır. Allah Teâlâ, yeryüzünde bir hak-batıl mücadelesi düzeni kurmuştur. Hak ile batıl son insana kadar, bağlıları üzerinden bu mücadeleye devam edecektir. Bazen hakkın bazen de batılın üstün gelmesi, birinin diğerini ezmesi tamamen Allah Teâlâ’nın dilemesi iledir. Mü’minler, hak edip üstün olacakları zaman Allah’ın yardımını görürler. Az da olsalar, güçleri sınırlı ve yetersiz de olsa, yardım gördükleri için galip gelirler, küfür de kendi içine siner. Tersi olduğu zaman da mü’minler içlerine kapanırlar, ta ki Allah’ın takdiri ile sahne değişinceye kadar. Şu anda gözümüzü dolduran ama içimizi eriten görüntünün Allah’ın takdiri ve izni ile olduğunda hiçbir tereddüdümüz yoktur. Böyle istemektedir Allah, onun için bunlar oluyor. Böyle iman ediyoruz. Ebu Cehil’in bir süreliğine söz sahibi olması gibi bir şeydir bu. Sadece bugüne bakarak neticeyi değerlendiremeyiz. Bir kere Allah Teâlâ, hak/batıl mücadelesinin dünya şartlarında ve insan etrafında yürümesini murat etmiştir. İnsan insanla mücadele edecektir neticede. Batıl, insanî gücünü kullanarak mücadele ederken hakkın tarafında olanlar da yanlarında meleklerle bu mücadeleyi sürdürürlerse ortada mücadele ve mücadelenin sonucunda hak edilmiş ecirler kalmayacaktır. Bu nedenle mü’min de kâfir de kendi imkânları ile mücadeleye devam edeceklerdir. Durum budur.
Yavuz Selim Taştekne: Kur’an’ın ilelebed korunmuş bir kitap olduğunu biliyoruz. Ancak siz kitabınızda muhkem olduğu halde “unutulmuş konular”dan bahsetmişsiniz. Kur’an’da olduğu halde ve ümmetimiz bunları sürekli okuduğu halde böylesi konular nasıl unutulmuş olabilir?
Nureddin Yıldız: Bu bir imtihandır. Mü’minler belli dönemlerde belli konularda zafiyet gösterebileceklerdir. Bu, İslam’ın bütünü açısından bir yok olma değildir. O zafiyetin yaşandığı dönemdeki mü’minler açısından bir erime ya da geri kalma durumudur. Siyaset ve siyasetle birinci dereceden ilgili konularda böyle bir zafiyet yaşanmaktadır. İnsanlar, siyaset ve ekonomiyi dinle alakalı görmemektedirler. Örnek kabul edilen Batı kültüründe Hristiyanlığa biçilen bu rol bizde de etkin olmuştur. İslam’ı her yönüyle isteyenler de bu etki nedeniyle aşırı bulunmaktadır. İslam’ın tamamına talip olmanın aşırılık olarak görülmesinin nedeni de burada gizlidir.
Samet Öztürk: Kitabınızın son kısımlarında “Özel İslam” diye adlandırdığınız ve eleştirdiğiniz bir tasavvura değinmişsiniz. Özel İslam’ın, sahih kaynaklara dayalı İslam’dan bariz farkları nelerdir?
Nureddin Yıldız: Marketten eşya beğenir gibi dinden bölüm beğenmek ve ona yüklenmek İslam olamaz. İslam bir bütündür. Herkes o bütünü sahiplenir ve Müslüman olur. Bir bölümü öne çıkarıp onu İslam’ın bütünü gibi görmek ve göstermek hatadır. O bölüm her ne olursa olsun bu kural geçerlidir. Mesela namaz kadar değerli ve önemli bir ibadet yoktur, dinin direğidir. Ama namaz tek başına din değildir. Bir insanın mükemmel namaz kılıyor olması, oruç tutmamasına ruhsat oluşturmaz. Namaz kadar oruç da mesela din olarak yerine getirilmelidir ki bir bütün olarak İslam’dan söz edilebilsin. Kiminin tasavvufu, kiminin siyaseti, kiminin de ekonomiyi ve yardımlaşmayı öne çıkarıp diğer bölümleri yok sayacak şekilde abartması, özel bir İslam gibi görüntü vermektedir ki, bunu reddederiz.
Yavuz Selim Taştekne: “Tarihi okurken Kur’an gözlüğü takmak” diye yeni bir şeyden bahsediyorsunuz. Günümüzde ilahiyat fakültelerinde Kur’an’ın tarihselliği gibi mevzular dahi tartışılıyorken, siz tarihi Kur’an’ın gözlüğü ile okumaktan bahsediyorsunuz. Böylesi bir tarih okumasının niteliklerinden de kısaca bahsedebilir misiniz bize?
Nureddin Yıldız: Kur’an’ımız bizi tarihe sevk ediyor ama ibret almamız için… Tarih, geçmişin bilgisinden çok, geçmişten bize intikal eden dersler niteliğinde olmalıdır. Müslüman, tarih bilmelidir, hele hele Firavunların tarihini iyi bilmelidir ki, şimdiki Firavunların akıbetini iyi idrak etmiş olsun. Kur’an, tarihi bize ders olarak anlatıyor. Firavun ve benzerlerinin kıssalarının Kur’an gibi bir kitapta bulunmasının hikmeti budur. Bunun dışında da tarih bilmenin ne yararı olacaktır?
Samet Öztürk: “Mü’min” dediğimiz zaman genellikle aklımıza belli bir kategorideki insanlar geliyor. Ancak kitabınızda “Kapasiteli Mü’min” diye hususi bir bölüm var. Kapasiteli mü’min ve kapasitesiz mü’min ayrımınız nereden kaynaklanıyor?
Nureddin Yıldız: İslam’ı din olarak bilen bir insan, İslam’dan cennet kazanmak isteyen insan demektir. Bunun anlamı şudur: İslam kazandırıyor, kendisine iman edene ve gerekeni yapana cennet kazandırıyor. Mü’min insan, bunu bir nimet olarak görür, görmelidir de. Kendisine cennet kazandıran bir dine minnet borcu altında görmelidir kişi kendisini. Bu da, ‘beni kazandıran dinime benim de hizmetim olsun, İslam biraz daha büyüsün, güçlensin’ diye düşünmeyi gerektirmektedir. Namaz kılıp evine giden insanla, namaz kılıp birilerinin de kılmasını sağlayan işleri yapan insan arasındaki fark olarak da anlayabiliriz bunu. Her mü’minde bu kapasite esasen vardır. Kimileri bunu gizlendiği yerde öldürür gider, kimileri de nerede neyi yapabileceğini araştırır ve bir şeyler yapar. Mesele budur.
Yavuz Selim Taştekne: “Ümmet Kimliğimizin Gereği” başlıklı bölümde, ümmetimizin evrenselliğine vurgu yapmışsınız. İslam dininin tabiatı gereğince dünyada evrensel tek din olduğundan hiç kimsenin şüphesi yok. Ancak bu evrenselliğe rağmen İslam ahkamının çok kısıtlı koşulların dışında hakim olamamasının ve Müslümanların dünyanın pek çok yerinde zulme maruz kalmasının nedenleri nelerdir sizce?
Nureddin Yıldız: Bu, mevsim şartlarının gereğidir. Mevsim, bu mevsimdir. İslam’ın hükümlerinin Kur’an ayetlerinde gizli kaldığı bir mevsimi yaşıyoruz. Bu mevsim kesinlikle geçicidir. Böyle mevsimler daha önce de olmuş ve geçmiştir. Asla kalıcı bir dönem yaşamıyoruz. Şeytan, bir daha Kur’an ile hükmetmenin mümkün olamayacağına bizi inandırmak istese de Allah’ın vaadi haktir. Kur’an son ve en güçlü söz olacaktır. Yüreklerimizdeki hakikat, meydanlarda da gerçekleşecektir. Bu bir temenni değildir, aksine bir hakikattir. Evet, şartlar zordur, ağırdır, aşılması güç engeller vardır ama bunların hepsi bizim içindir. Allah için bir zorluk yoktur. Din de O’nun dinidir. Galip getirecek olan da O dur zaten. Bizim görevimiz, bu dönemde üzerimize düşeni yapmaktır. Oturanlardan değil cihat edenlerden olabilmektir.
Samet Öztürk: Kitabınızın sonlarına doğru Müslümanların İslam kaynaklarına yönelik usûllerine farklı bir açıdan bakmışsınız. Şöyle demişsiniz: “İslam’ı; onu anlatan hocalar, yazarlar ve düşünürler üzerinden anlamış olmak da önemli bir eksiklik nedenidir. Hâlbuki İslam, Kur’an’dan ve Peygamberinden izlenmelidir.” (Sayfa 178) Bu dediğinizi pratiğe dökmeye çalıştığımız zaman, bunu nasıl gerçekleştirebileceğiz? Yani İslam’ı Kur’an’dan ve Peygamberinden izlemek, pratikte nasıl mümkün olacaktır?
Nureddin Yıldız: İslam’ı âlimlerden öğreneceğiz, hocalardan bileceğiz. Bu bilgimiz, onların bizim için ürettikleri olmayacaktır, bize aktardıkları olacaktır. O aktarmayı da ana kaynaklarımız olan Kur’an ve Sünnet üzerinden yapacaklardır. Onların, bizim ulaşamadığımız bilgiye ulaşmaları dışında bizden bir farkları yoktur. Bu da onları masum yani hata etmez kimseler olarak görmediğimizin delilidir. Onları sıradan bir vatandaş bilmediğimiz gibi put da yapmayız kedimize. İlimleri kadar hürmet eder, bize katkılarını takdir ederiz. Buradaki hassas çizgiyi aşmamız durumunda gözümüzün önünde duran Peygamber aleyhisselama rağmen şu veya bu kişinin adamları olarak kendimizi anmakta sakınca görmeyebiliriz. Biz sadece ÜMMETİ MUHAMMED’İZ. Başka kimseler olamayız.
Yavuz Selim Taştekne: Kitabınızın özellikle hitap ettiği bir kitle olduğunu düşünüyor musunuz? Yazarken hangi yaş grubunu yahut nasıl bir kitleyi hedef alarak eserinizi kaleme aldınız?
Nureddin Yıldız: Kitle değil, mü’min kardeşlerimizi düşünerek kaleme almayı tercih ettim.
Samet Öztürk: Kitabınızın 84.sayfasında, Emeviler ve Abbasiler döneminde yaşanan iç sorunlara rağmen İslam’ın yükseliş döneminin devam ettiğini belirtmişsiniz. Günümüzdeki imkanlarımızı göz önünde bulundurursak, inancımızın hakimiyetine bireyler olarak nasıl somut katkılar sağlayabiliriz?
Nureddin Yıldız: İç sorunlarımız ne olursa olsun, İslam büyüyecektir. İslam’ın büyümesinin bizim işimiz ve bizim ürünümüz olmadığına inanıyoruz. Bu dinin göndereni Allah’tır, büyüteni de O olacaktır. Bizi dininin hizmetinde tutarsa ona şükrederiz.
Yavuz Selim Taştekne: 49.sayfada “Allah’ın bu dinde sakladığı fidanları vardır. Onları kulluğunda kullanır.” mealinde bir hadisi şerif aktarmışsınız. Günümüzde mü’min bir genç, bu hadis-i şerife uymak için neler yapabilir?
Nureddin Yıldız: Mü’min gençler, büyük yürekli olmalıdırlar. Küçük düşünmemelidirler. Küçük düşünürlerse büyük dinin adamı olamazlar. Önlerindeki küçük örneklerden de etkilenmemelidirler. Geçmişlerindeki büyük örnekler onlara yeterlidir.
Yavuz Selim Taştekne: Vaktinizi ayırıp sorularımızı yanıtlandırdığınız için teşekkür ediyoruz Hocam. Çalışmalarınızın devamını dileriz. İnşaallah kaleme aldığınız her eserinizden toplumumuz hakkıyla istifade eder.
Nureddin Yıldız: Allah razı olsun, ben teşekkür ederim…