Ezandaki Teganni’den Şikayet Eden Müslümana Mektup
SORU:
Selamunaleyküm, hocam bu teganni konusu yıllardır kafamı karıştıran bir mesele. Cami minarelerinde uzata uzata nameli okunan ezanları hep şüpheyle dinliyorum. Teganni haram mıdır? Teganni nedir? Bildiğim kadarıyla Allah ismini dört eliften fazla uzatmamak gerekir, ve Allah ismi perdelenmeden söylenir. Fakat hergün dinlediğimiz ezanlarda sınır olmaksızın uzatmalar yapılıyor. Makam ile teganni arasındaki farkı anlatıp günümüz ezanlarının meşru sınırlarda okunup okunmadığını öğrenmek istiyorum. Bugüne kadar bu konuda doyurucu bir cevap alamadım. Bu konuyu izah etmenizi rica ediyorum. Allah’a emanet olunuz, selamlar.
CEVAP:
Aziz dost, değerli kardeş, Selamünaleyküm.
İslam’ın ezanını dert etmek ne kadar hoş bir şey; Allah Teâlâ sizi derdinizle mamur kılsın. Ezan ve bayrak, edebiyatı yapılan kelimelerdendir. Ama ezanın da bayrağın da nesidir peşinde koşulan, yüksekte tutulan onu düşünmek istemiyoruz.
Umumen ülkemizde veya İslam topraklarında okunan ezanların incelenmesi hâlinde, sizin de değindiğiniz bazı sıkıntılar ne yazık ki karşımıza çıkacaktır. Ezanın ve müezzinin ne anlam ifade ettiğini izah etmeye bile gerek yoktur. Kıyamet günü, boynu en uzun olanların müezzinler olacağını bildiren hadisler bize önemli bir gayeyi göstermektedir elbette. Buna rağmen içimizi kemiren bazı hususları sizinle paylaşmak isterim; ola ki, birimizin duası, diğerimizin himmeti, bir başkasının gayreti ile daha iyi şeylere muvaffak oluruz. Gerçekten çok çalışmaya mecburuz. İşe minareden mi başlasak, abdesthaneden mi bilemiyorum; her yer iş fışkırıyor. Tabii derdi olan için, dinini dert edinen için!
Öncelikle ezanın, dinimiz açısından bir simge olduğunu tekit edelim. Her ne kadar ezan, namazın sünnetlerinden bir sünnet ise de dinin bütünü açısından bir simgedir. Ezansız namaz olabilir ama ezansız Müslüman veya İslam toprağı olamaz. Onun için de ezan, bayrak gibi bir simge olarak algılana gelmiştir. Allah ecdadımıza rahmet eylesin. Gerçekten ezanı, hak ettiği yükseklikte değerlendirmişler, namaz kılmayanlar bile ezana tazim etme ihtiyacı hissetmiştir. Bunu itiraf etmemiz bir kadirşinaslıktır. İslam için ezan tam bir simgedir; varlığı İslam’ın varlığının belgesidir. Şairin ifadesiyle ‘şehadetleri’ oldukça değerli bir şehadettir.
Ezan, bir ilamdır. Yani duyurudur. Kısa dairede namazı ilam eder, geniş dairede de İslam’ı kökleştirir, geniş alanlara açar. Ezanın bir İLAM/bildiri/duyuru olarak görülmesi, iki açıdan üzerinde durulmasını gerektirmiştir. Bunlardan biri, onu en son noktaya, en son kulağa kadar ulaştırma açısıdır. İkincisi de ezanı, orijinal dili ve yapısıyla sürdürmedir. Onun orijinal kalıbına müdahale maksatlarının Müslüman Türk halkının üzerinden nasıl denenmeye kalkışıldığını ve ne çetin bir süreç yaşandığını hepimiz biliriz. O yaşanan süreç bile ezanın kim için neyi yansıttığını göstermeye yeterlidir. Ezan, orijinal kalıbı ile en son kulağa kadar ulaştırılmalıdır. Ezan açısından bütün Müslümanların ana gayesi budur.
Ülkemizde din hizmetlerinin tek yetkilisi hatta tekeli durumunda olan Diyanet İşleri’nin nasıl bir kadro ile din hizmeti yürüttüğünü de hepimiz biliyoruz. Özellikle belirtmekte yarar olan bir husus var; Diyanet’in hizmetini bu kalitede yürütmeyi bilinçli bir şekilde tasarladığını iddia etmek vebal olur. Belki biraz daha iyi olabilirdi ama geçirdiğimiz yıllar ve o yılların kuş bakışı incelenmesi gösterecektir ki, bu durum bile şükredilmesi gereken bir durumdur.
Öyle veya böyle Diyanet İşleri’nin yönetmeliğinde TAKVA ve EHLİYET kavramlarına yer yoktur. T.C.’nin herhangi bir dairesindeki memur standardı, DİB için de standarttır. Daha takva olmak, fıkıhta, kıraatte daha ehil olmak, en büyük camiye imam/müezzin olmak için ne yeterlidir ne de gereklidir. Bu ifadeyle özetleyebileceğim bir konumu siz değerlendirebilirsiniz. Sözü biraz daha ayrıntılı hâle getirirsek, belki çok daha iyi anlaşılır yaparız ama din üzerinden yürütülecek bir fitneye pencere açmış oluruz ki bu doğru olmaz. Ya da bizim, şu anda böyle bir lüksümüz yoktur.
Diyanet’in sözünü ettiğimiz bu personeli ile ‘Bilal’ın ezanlarını’ dinlemek mümkün müdür? Cevabını takdir edebilirsiniz. Sıkışınca memurluğun arkasına geçen, Allah’tan bekleyeceği maaşı makamından bekleyen açısından en iyisi olmuş bitmiştir.
Mevcut kanunlar altında da özel bir camide huşu içinde namaz kılma arzumuzun gerçekleşmesi şu anda mümkün değildir. Halkın yaptığı ve içini doldurduğu camilerde kimin o halka namaz kıldırabileceğine karar vermeyi devlet üstlenmiş durumdadır. Her şey özelleşir de camiler ve ezanlar bilmem özelleşebilir mi?
Ezanlarımızın okunuşundaki sıkıntılara gelince, mesele sadece tecvit açısından ortaya çıkan sorunlar olarak da ele alınamıyor ne yazık ki. ‘Müslüman Yazar’lar arasında bile, ezanların nota ve müzik kuralları eşliğinde
Okunmasını, şu makamla şu ezanın okunmasını ısrarla müdafaa edenlerin varlığı sizin, tecvit beklentinize sekte indirmektedir.
Evet, gerçekten ezanın uyuşukluk makamından okunması abestir. ‘Namaza gelmeee!’ diye tercüme edilebilecek ezan okuyuşları nasıl adlandırılmalıdır bilemiyorum. Fakat müzik ahengi veren ya da müzik kurallarının dikkate alındığı ezan da yersizdir. Ya da onun yeri minareler olmamalıdır. Bunun bir ortasının bulunması gerekiyor. Bu da ezanları dinleyen bizlere düşmektedir. Nezaket kurallarına riayet ederek müezzinlere, yetkililere, müftülere bunun fıkhının nasıl olduğunu, tecvidin ezan için yok sayılıp sayılamayacağını sormalıyız. Emribilmaruf anlayışımız bunu iktiza ettirir.
Zannederim siz, bu konuyu birilerinin yanında anacak olsanız size ‘ezansız günleri biliyor musun, bunun kıymetini bilsene!’ diye çıkışan da olacaktır.
Doğru, ezansız günler oldu. Ama Bilalli ezanlar da oldu.
Bilal’i aramak, onu özlemek hakkımız değil mi? Onu özlemeyecektik de neden yaşıyoruz, hayatın Bilalsiz ne anlamı olur?
Size Allah’a emanet eder, dualarınızı beklerim.
NUREDDİN YILDIZ